Türkiye’de hayvana şiddetin çok görülmesinin en önemli nedenlerinden biri caydırıcı cezaların olmamasıdır. Peki, Saldırganlık ve şiddetin farkı nedir? İnsanın saldırganlığı doğuştan mı gelir? Saldırganlık evrimsel olarak mı aktarılmış? Saldırganlık kalıtsal olarak aktarılır mı? Saldırganlık öğrenilen bir şey midir? Psikolog Tunas Merttürk bu sorulara cevap verdi.
Hayvana şiddet konusuna değinen Merttürk, saldırganlık ve şiddet hakkında detaylı açıklamalarda bulundu.
Merttük yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı;
“Hayvan barınaklarına gidildiğinde görüleceği üzere, satın alınmış veya sahiplenilmiş çokça hayvan ya sokağa terk edilmekte ya da barınaklara bırakılmaktadır. Hayvan sahiplenen insanlar bunun büyük bir sorumluluk olduğunun bilincinde olmalı. Sahiplenilen hayvanın alınan bir eşya değil iyi yaşama şansı verilen bir can olduğunu görebilmeli. Maalesef çoğu insan bu bilinçte değil. Bir hevesle alınan bu canların çoğunun sonu sokağa atılmak oluyor. Sokağa atılan bu canların başına kötü şeyler gelebiliyor ve maalesef ki ülkemizde bunları önleyebilecek caydırıcı cezalar yok. Hatta mevcut Kanunda sokaktaki sahipsiz canları koruyacak bir madde yok.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda hayvanlar, daha ziyade insana ait bir malvarlığı değeri olarak addedilmiştir. 5237 Sayılı Kanunun 151. Maddesi 2. Fıkrasında “Haklı bir neden olmaksızın, sahipli hayvanı öldüren, işe yaramayacak hâle getiren veya değerinin azalmasına neden olan kişi hakkında” mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası öngörülmüştür. Bu madde, sadece sahipli hayvanları kast etmektedir. Bu suç bakımından da korunan hukuksal yarar, hayvanın yaşama hakkı veya vücut bütünlüğünün korunması değil, bireyin mülkiyet hakkıdır.
Her saldırganca his şiddet olmasa da her şiddet bir saldırıdır. Saldırgan insanların beyin yapısının farklı olup olmadığını inceleyen Raine ve ark. (2008), katillere beyin taraması yaparak anti sosyal kişilik bozukluğu olan kişilerin beyinlerindeki gri madde seviyesini ve beyin aktivitelerini ölçmüşlerdir. Sonucunda bu insanların saldırganlıklarını etkilemede görevi olan kortekslerinin katillerde yüzde 14 daha az etkin ve anti sosyal kişiliklerinde normal insanlardan yüzde 15 daha küçük olduğu sonucuna varmışlardır. Bu da bize beynin yapısının saldırganlıkta rolü olduğunu göstermektedir.
Konrad Lorenz’e göre saldırganlık güdüsü doğuştan gelmektedir ve herhangi bir tetikleme olmaksızın ortaya çıkabilir. Yüzyıllar öncesinde doğada hayatta kalan olabilmek ve neslin devamlılığını sağlayabilmek amacıyla ortaya çıkan doğal seleksiyon sürecinin sonucudur.
Kalıtım yoluyla bize aktarılan mizacımız saldırganlık seviyemizi etkileyebilmektedir. Lagerspetz (1979), yaptığı deneyde saldırgan özellik taşıyan fareleri bir yere, sakin özellik gösteren fareleri bir yere koymuştur. Sonucunda gelecek nesillerde de bu özellikler aynı gruplar içinde aktarılmıştır.
Sosyal psikologlar ise saldırganlığın öğrenme yolu ile gerçekleştiğini savunmuşlardır. Kişinin saldırgan davranışlar sonucu ödüllendirilmesi bu davranışları devam ettirmesine neden olacaktır. Burada ailenin, yetiştirilme biçiminin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Şiddeti destekleyen bunu yücelten insanların olduğu bir ortamda büyüyen bir çocuktan normal davranışlar bekleyebilir miyiz? Böyle ortamlar şiddetin çocukların gözünde normalleşmesine sebep olur. Hiçbir insanın normal gördüğü bir şeyi yapmakta sakınca görmesini ve başkası tarafından yapıldığını gördüğünde tepki göstermesini bekleyemeyiz değil mi? Aileyi denetlemek çok zor olsa da okul sayesinde çocuğu gözlemlemek ve anormal davranışlarını düzenlemek mümkün. Bu konuda bilinçsiz ebeveynlerin sorumsuzluklarının onların yanlışlarının öğretmenler tarafından düzeltilmesini ummak dışında yapabileceğimiz ne var? Bu konu ile ilgili Alber Bandura’nın çarpıcı deneyine değinmek istiyorum. Albert Bandura’nın sosyal öğrenme kuramına göre saldırganlık sadece deneyimlerle değil, gözlemleyerek de öğrenebilir. Bandura’nın ünlü deneyinde Bobo isimli bir oyuncağa bir yetişkin tarafından tokmakla vurulmasını izleyen sonrasında da oyun odasında oynadıkları oyun engellenen çocuklar büyük oranda aynı şekilde Bobo’ya vurmuşlar ve bazen yetişkinin vururken sarf ettiği sözleri söylemişlerdir. Bunu gözlemlemeyen çocuklar ise nadiren şiddete başvurmuşlardır.
Bir hayvan sadece beslenme ve savunma amacıyla öldürürken insan sadece kendi zevkleri doğrultusunda zarar verebilmekte hatta öldürebilmektedir. Bunları önlemenin en önemli yolu küçük yaşlarda hayvanlarla ilgili eğitim vermekten geçmektedir. Sağlıklı ebeveyn bakımı ve eğitimle, çocukları küçük yaşlarda hayvanlara alıştırarak hayvana eziyetin önüne geçilebilir.
Şiddeti normalleştiren bir diğer unsur da medya. Özellikle televizyonda yer alan şiddet içerikli unsurlar bunları doğru değerlendirebilecek kapasitede olmayan insanlar üzerinde tehlikeli bir oranda etkiye sahip. Şiddetin hayvana yönelmesi Karakaya ve arkadaşlarının da belirttiği gibi şiddetin insana yönelmesi için bir basamak olduğu söylenebilir. Bu yüzden şiddetin özendirildiği toplum ve alanlarda ilk olarak şiddete maruz kalan canlar hayvanlar olmakta. Karakaya ve arkadaşlarının makalesinde bahsettiği üzere Melbourne Monash Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doçent Doktor Eleonora Gullone “Hayvan Zulmü, Antisosyal Davranış ve Saldırganlık: Bağlantıdan Daha Fazlası” isimli kitabında kişiler arası şiddetin sıklıkla hayvanlara şiddet ile birlikte veya birbirini takip ederek meydana geldiği ve bunu bize gösterebilecek işaretleri de görmezden geldiğimiz anlatılmaktadır. Yazar kitabında, insanlara yönelik işlenebilecek birçok suçun daha öncesinde hayvanlara karşı meydana gelen davranışlar sayesinde öngörülüp engellenebileceğini savunmaktadır.
Aslında hayvana şiddetin önüne sadece o canın da en temel hak olan yaşama hakkına sahip olması gerektiği için geçilmesi yeterli olmalı ancak maalesef görüldüğü üzere bu yeterli olmuyor. O zaman, hayvana şiddetin insana şiddete geçişte bir basamak olduğu da değerlendirilirse, ikinci aşama olan insana şiddetin önüne geçilebilmesi için hayvana şiddetin de caydırıcı cezalara sahip olması o hayvanlardan kıymetli insan canını korumak için yasa çıkarılması sağlanabilir belki.”
Ali Eray ÇELİK