Rahatsızlık diğer insanlar tarafından olumsuz değerlendirilme ve küçük düşme korkusundan kaynaklanır. Sosyal anksiyete bozukluğu olarak da adlandırılan bozukluk, toplumda yaygın olarak görülen sorundur. Sosyal kaygı hakkında açıklamalarda bulunan Psikolog Tunas Merttürk, Sosyal kaygısı olan kişilerde, başkalarının kendisini inceleme olasılığı olan sosyal ortamlarda ortaya çıkan anlamlı korku ya da kaygı görüldüğünü ve kişinin olumsuz değerlendirilmesine neden olabilecek şekilde davranacağından ya da anksiyete belirtileri göstereceğinden korkacağını söyledi.
Sosyal kaygı tamamen işlevsiz bir şey olmadığını, sosyal kaygı toplumdan dışlanmamak için kişinin kendi davranışları düzenlemesini sağladığını belirten Psikolog Merttürk, “Ancak bu kaygının seviyesinin yüksek olması kişilerde işlevsellikte bozulmalara sebep olabilir. Yani, kaygı aşırıysa ve amacını aştıysa ve kişi bu kaygıyı yönetmek için gereğinden fazla kaçınma davranışına başvuruyorsa ortada işlevselliği bozan bir sosyal kaygı vardır diyebiliriz” dedi.
Sosyal kaygısı olan insanların olmayanlara göre iletişimlerinde çok daha nazik, daha çok gülümser, kafa sallayan, uyum gösteren, daha çok özür dileyen, sosyal durumlarda daha işbirlikçi ve daha az baskın davrandığını aktaran Psikolog Merttürk, “Sosyal kaygı çoğunlukla ergenlik döneminde ortaya çıkar. Danışanların çoğu sorununun nasıl başladığının farkında değildir. Kimi danışanlar ise düştükleri belli bir olay sonrası bu durumun başladığını belirtirler. Sorun nasıl başlamış olursa olsun biz tedavide sorunu devam ettiren güncel davranışlara odaklanırız” ifadelerini kullandı.
Psikolog Merttürk sosyal kaygı hakkında yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı;
“Sosyal kaygısı olan kişiler güçlü bir şekilde başkaları üzerinde olumlu izlenim bırakmayı arzu ederler ama bunu yapabilme becerilerinden emin değildirler. Sosyal standartları olduğundan yüksek, kendi becerilerini düşük algılarlar. Bu fark kişinin sosyal durumlarda performansının olumsuz olacağından endişe etmesine yol açar. Bu endişe kişinin tüm dikkatini kendine yöneltmesine yol açar. Kendini gözlemleyen kişi fiziksel belirtilerini olduğundan kötü algılar. İnsanların kendisi ile ilgili ne düşüneceğini düşünmeye başlar. Duygularını kontrol edemeyecekmiş gibi algılar ve bunlar da sosyal aksilik beklentisine sebep olur. Yani kişi iyi konuşamayacağını, söyleyecek bir şey bulamayacağını, insanların onun kaygılı olduğunu anlayacağını vs düşünmeye başlar. Bu durumu deneyimleyen kişi kaçma, kaçınma veya güvenlik davranışları sergileyebilir. Olay sonrası değerlendirme yapan bu kişiler, tüm olan biteni kafasında ayrıntılı bir şekilde gözden geçirir. Hissettiği kaygı ve olumsuz benlik algısına odaklanan kişi olayı olduğundan daha olumsuz algılar. Bunun sonucunda da kişi bu ortamlara girmekte daha da kaygı duymaya başlar.
Peki, bu durumda ne öneriyorum? Tabi ki öncelikli önerim profesyonel destek almaları yönünde. Çünkü yaptıkları her şey kaçınmaya dönüşebilir ve kaçınmalar öncelikle durumla doğru baş etme yöntemleri gibi algılansa da uzun vadede bu kaygıları sürdüren davranışlardır. Sürecin detaylıca incelenip düşünce yapısı keşfedildikten sonra daha farklı nasıl düşünülebileceği üzerine çalışılır. Tedavide amaç sosyal kaygıyı tamamen ortadan kaldırmak değildir. Zaten böyle bir şey mümkün de değildir. Amacımız, kaygı duyulan durumları ve kaygı düzeyini çoğu insanın deneyimlediği düzeylere çekmektir.”
Ali Eray ÇELİK