Ardanuç ilçesine bağlı Sakarya Köyü’nde 70 yaşındaki Neziha Sal, gençlerin birer birer terk ettiği köyde üretime devam eden ender insanlardan biri. Kendi ifadesiyle “bu topraklarda doğmuş, büyümüş, çocuklarını ekmek sahibi yapmış” bir kadın olarak, terk edilmeye yüz tutmuş bir köyde direniyor. Bağını, bahçesini, toprağını terk etmeyen Sal, özellikle dut pekmezi üretiminde geleneksel yöntemleri yaşatmaya devam ediyor.
Köyün Künye Mahallesi’nde yaşayan Neziha Sal, yaşına rağmen her yıl dut mevsiminde hummalı bir işe girişiyor. Eline orak almasa da, meyve toplayıp kaynatıyor, geleneksel yöntemlerle şıra elde ediyor ve katkısız pekmez yapıyor. Bu üretimi satmak için değil, çocukları ve torunları için yaptığını belirten Sal, “Bizim pekmezde katkı maddesi olmaz. Dut dökmeden önce yerlere örtü sereriz, sonra dutları döküp kazanda kaynatırız, şıra olur. Şırayı süzüp tekrar kaynatır pekmezi çıkarırız. Vücuda iyi gelir, kan yapar. Satmak için değil, çocuklarımız ve kendimiz için yapıyoruz. Bal bile katkılı satılıyor, ama bizim pekmezimiz tamamen doğaldır” diyerek üretim sürecini anlatıyor.
Neziha Sal’ın köyde verdiği yaşam mücadelesi sadece kendisiyle sınırlı değil. Birkaç yaşlı komşusuyla birlikte ayakta tutmaya çalıştıkları üretim kültürü, her yıl biraz daha silikleşiyor. Sal, gençlerin köyü terk etmesinden duyduğu derin üzüntüyü gizlemiyor. “Bu topraklarda doğduk, çocuklarımızı büyüttük, ekmek sahibi yaptık ama buradaki işsizlikten dolayı gençlerimiz şehirlere göç etmek zorunda kaldı. Ama biz gelip gidiyoruz. Çocuklarımızdan tek isteğimiz, bu topraklara sahip çıkmalarıdır” sözleri, hem bir serzenişi hem de köye dönülmesi için yapılan çağrıyı içinde barındırıyor.
Köyde üretimin neredeyse tamamen durduğunu söyleyen Sal, geçmişten bugüne uzanan değişimi şöyle özetliyor: “Geçmişte oraklarla tarla biçerdik. Herkesin ineği, koyunu olurdu. Unumuz, bulgurumuz, elmamız, armudumuz olurdu. Çocuklarımıza onları yedirirdik. Şimdi çayırları veriyoruz ama alan yok. Hayvan da kalmadı çünkü çoban bulunmuyor.” Üretimin durmasının sadece ekonomik değil, kültürel bir çöküş olduğunu düşünen Sal, “Buralar eskiden cıvıl cıvıldı. Şimdi kış gelince köy bomboş. Sadece yaşlılar kalıyor. Sobalar tüter ama çocuk sesi yok” diyerek yalnızlaşan köy yaşamını gözler önüne seriyor.
Neziha Sal’ın anlattıkları, sadece bir kadının yaşlılıkla birlikte gelen zorluklara rağmen üretime devam etmesi değil; aynı zamanda bir toplumun çözülüşüne tanıklık. Göçle birlikte köydeki tarım ve hayvancılığın da yok olduğunu belirten Sal, geri dönüşün artık zorlaştığını, gençlerin çoğunun şehirde yeni hayatlar kurduğunu söylüyor: “Gelseler ne yapacaklar? Çoğunun evi yok. Geçim derdi gençleri köyden kopardı. Artık ne hayvan kaldı, ne tarla süren. Bizim çocukluğumuzda buğdayı ellerimizle ayıklardık. Kış için hazırlık yapılırdı. Şimdi hazır alınan bir yaşama alıştılar.”
Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen Neziha Sal’ın umudu hâlâ toprağa bağlı. Her mevsim yeni bir üretim döngüsüyle tazelenen bu umut, onu toprağından koparmıyor. “Her şeye rağmen verimli topraklara sahibiz. Onlardan tek isteğimiz, buraları unutmamaları, sahip çıkmalarıdır” diyen Sal’ın sesinde ne yalnızlık ne de pişmanlık var; sadece toprağa, geçmişe ve üretime olan inançla dolu bir direniş var.
Neziha Sal’ın hikâyesi, üretim kültürünün hızla kaybolduğu kırsal Türkiye’nin bir aynası. O, bir dönemin son temsilcilerinden biri olarak, toprağına tutunmaya devam ediyor. Yaşamı boyunca emek verdiği bu köyde, çocuklarının da bir gün yeniden toprakla buluşacağını umarak, kazanın başında dut kaynatıyor. Çünkü onun için üretmek sadece yaşam biçimi değil, aynı zamanda bir hatırlatma: Bu topraklar hâlâ yaşamaya değer.