ARDANUÇ

Emekliye Yaşam Hakkı Yok mu?

Ne torun sevebiliyorlar ne de et alabiliyorlar: Türkiye’de emekli olmak, artık bir belirsizlik süreci.

Abone Ol

Türkiye'de emeklilik, yıllar süren çalışma hayatının ardından dinlenme ve huzurla geçmesi gereken bir dönem olarak tanımlanır. Ancak artık bu tanım, milyonlarca insan için bir hayalden ibaret. Artan enflasyon, hayat pahalılığı, düşen alım gücü ve zamlarla birlikte emeklilik, Türkiye’de yaşam mücadelesinin en zor safhalarından biri hâline geldi. Şavşat ve Ardanuç ilçelerinde yaşayan emeklilerin anlattıkları ise bu tablonun en çıplak ve dokunaklı örneklerini sunuyor.

Ardanuç’ta yaşayan emekli yurttaşlardan Erdinç Aksakal, “TÜİK hangi markete, hangi pazara gidiyor, onu söylesinler de biz de oradan alışveriş yapalım” diyerek yaşadığı geçim sıkıntısının altını çiziyor. Bir emeklinin temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak durumda oluşunu, çarşı pazardaki fiyatlar üzerinden anlatıyor.

“Ayıp ya, bir tane kırmızı lahana 150 liraya dayanmış” diyen Aksakal, yalnızca maaşın yetersizliğine değil, aynı zamanda devletin sahadaki gerçekliği görmeyen yaklaşımına da tepki gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun işsizlik oranlarını tespit etmek üzere Ardanuç’ta yaptığı çalışmaya dair yaşadığı bir anıyı aktarırken, sistemin yurttaşla bağ kurmak yerine veri toplama telaşına düştüğünü şu sözlerle eleştiriyor:

“TÜİK gelmişti işsizlik oranını tespit için. Beni de aradılar. Ardanuç’ta dolaşıyorlar, gelip burada olduklarında ‘Gel, pazarı dolaşalım’ dediğimizde ‘Biz pazara bakmıyoruz, biz sadece işsizlik verisini hesaplıyoruz’ dediler. Bana sormadılar ki, ‘Senin çocuğun nerede çalışıyor’ diye. Sadece ‘Kaç çocuğun var’ diye sordular. Sor ki, çocuğun nerede sürünüyor? Senin gibi mi sürünüyor, ne yapıyor?”

Ekonomik kriz sadece kent merkezlerinde değil, kırsal bölgelerde de emeklilerin yaşamını daraltıyor. Şavşat’ta köyde yaşayan ve hayvancılıkla geçimini sağlamaya çalışan Şenol Kara’nın anlattıkları, üretici olmanın da artık çözüm olmadığını ortaya koyuyor. Kara, “Hayat zor, abi. Emekli maaşım yok ki. Böyle ne olacak? Seçime gidilecek ya da Tayyip amcanın inisiyatifine kalmış. Köyde yaşıyorum, hayvancılık yapıyorum ama çoban yok, yardım eden yok. Her şey para, çoban 30 bin lira para istiyor. Hayvan alan da yok, satan yok” diyerek yaşadığı çıkmazı dile getiriyor. Kırsal yaşamın dayanışma ile sürdürüldüğü eski zamanlardan bugüne kalan tek şey artık yalnızlık ve yoksunluk.

Kentte yaşayan emekliler de kırsalda yaşayanlardan farklı durumda değil. Şavşat’ta yaşayan emekli bir öğretmen, her ay düzenli olarak aldığı 30 bin liralık emekli maaşına rağmen geçinemediğini söylüyor. “Ben öğretmen emeklisiyim, yani 30 bin lira maaş almama rağmen bu zamlar karşısında geçinmemiz mümkün değil. Ev kirası 15 bin lira, 15 bin lirayla geçinmek mümkün mü?” diye soran 70 yaşındaki yurttaş, bu yaştan sonra çalışamayacağını, başka bir seçeneği kalmadığını belirtiyor. Devletin sunduğu emeklilik sistemi, ne yazık ki yaşlılık dönemini güvence altına alamıyor. Aksine, yaşlandıkça daha fazla yük ve kaygıyla baş başa bırakıyor.

Bir diğer emekli, Kemal Yerli de benzer bir tabloyu özetliyor:

“Her şey pahalı, emekliyim ama maaşlarımız az, zam da yapmıyorlar. Yetmiyor, yetmez. 14 bin lira maaş zaten, kiralar bu kadar. Geriye kalanla sebze. Hesap ortada, geriye ne kalıyor? Et de alamıyoruz ki.” Yerli’nin sözlerinde, milyonlarca emeklinin ortak derdi saklı: ne sağlıklı beslenmek mümkün, ne insanca barınmak, ne de torununa harçlık verebilmek.

Artvin’in iki ilçesinde dinlenen bu sesler, Türkiye’nin dört bir yanında yankı bulabilecek kadar tanıdık ve gerçek. TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranlarıyla vatandaşın cüzdanı arasındaki uçurum giderek derinleşiyor. Her gün markete giden bir yurttaş için fiyatlar artık sürpriz olmaktan çıktı, ama ne yazık ki hükümet için hâlâ ‘kontrol altında’. Emeklilerin günlük yaşamı ise bu “kontrollü” enflasyon karşısında kontrolsüz bir erime yaşıyor.

Devletin sosyal güvenlik sistemine olan güven azalırken, “emeklilik” artık bir güvenceden çok bir belirsizlik sürecine dönüşüyor. Bugün emekli olmak, ne dinlenmek anlamına geliyor, ne torun sevmek, ne de seyahat etmek. Emeklilik artık temel ihtiyaçların bile karşılanamadığı, çaresizlikle geçirilen bir dönem. Şavşatlı emekli öğretmenin dediği gibi, “Diyorlar ki, ‘Emekliye ölüm ve yaşama hakkı yok.’ Başka da yapacak bir şeyimiz yok.”

Artvin’in bu yüksek dağ köylerinde, taş sokaklarında yankılanan bu cümleler, yalnızca birkaç kişinin değil, milyonlarca emeklinin çığlığı. Devletin görmediği, duymadığı, hatta belki görmekten ve duymaktan imtina ettiği bu sesler, Türkiye’de bir sosyal devlet krizinin en somut göstergelerinden biri. Bu ülkede yıllarını çalışarak geçirmiş insanlar, şimdi bir başlarına “nasıl geçiniriz” sorusuyla baş başa. Cevap ise hala yok.