Baharın gelmemi zahir çiçek zamanı olduğu için siz tembih etmiştiniz.
Hikmet BİRAND/ ALIÇ AĞACI İLE SÖYLEŞİLER**
Dünyanın ilk anası derler, zemherinin sonu ayandon fırtınasıdır. Kışın son soğuk bu günlerinde dağları ormanları ile bu buzdan mavi gök kubbesini sessizlik doldurmuştur. Her kış arda kalmış bir anıdır. Bu kış da öyle, sayılı gün dedik ya, elbet üstünden ilkbahar, yaz mevsimler geçer. Eğlenceleri, türküleri ve konu komşu bir muhabbet çalıp söylemeleri de öyle, bir şeyler geride kalmıştır hep. Hatırımızda mıdır? Ama yine de arada söz açılsa da geçmişten insan yazgısını geleceğe yazmıştır.
Günler cemrelerin düşme zamanıdır. O yüzden halk dilinde bu günlerde “kasım yüz gerisi düz” gibi söyleyişler vardır. Geride kalırken fırtınalarıyla karakış, bir umut bu baharın yapılacak işlerinden söz açılır. Ama yine de cemrelerin düşmesini beklemek gerek. Hele dördüncü cemre gönlümüze düşe de bismillah deyip işe girişile. Anadolu’da zaman insanın doğayla girdiği bu iş birliğinden doğar. Bu iş birliğinde zaman kendi varlığının bilincine varacak yolu arayan insanın doğayı gözleme ve kavrama pratiğinin ürünüdür. Gök haritalarından anlam çıkarması, bulutların şeklinden hava tahmininde bulunması; ağaçların dökülen yapraklarından kışın soğuk mu sıcak mı geçeceğini ön görmesi; havanın, suyun ve de toprağın ısınırken yani cemreler düşerken günlerin yağmurlu veya yağmursuz oluşundan, beklenen yılın bereketli mi bereketsiz mi olacağına dair merakı ve temennisi doğayı gözleyen insanın geleceğe dair arzu ve inanışındandır. Bu arzu ve inanışı iş tuttuğu işlikte işler ve günlerini görmesine olanak sağlayacaktır. Zamanı buradan tartacaktır. Kişi bu arzu ve inanışı doğrultusunda, zamanla arasında aşılır aşılmaz değerler üretecek ve edindiği bu pratikle yönelecektir hayata. Ve ilk temennisi kendinden, dirliğinden birliğinden yana olacaktır. Bu, insanın dünya ile alışverişidir.
***
5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece Hıdrellezdir, Hızır karadan İlyas denizden gelir, Hızır'ın adı yeşilden. Hızır’dır Hıdır’dır, o ki bastığı yeri yeşertendir, şenlik ateşinde bir hevestir. İlyas eteklerinde rüzgâr taşır, şafağıyla günümüz aydınlatır. Bundan sonrası mevsim yazdır, bahardır. Anadolu insanı bu günlere Hızır günleri der. Zaman toprağı çekip çevirme zamanıdır.
***
Sonbahar, dağın yükseklerinden vadilere, dere yataklarına inerken, sürgünlerinde tomurcuk ilkbahar, bu kez de dere yataklarından, vadilerden dağlara uzanıyor. Dağın tepelerinde hala yeşermemişse de ilk bahar, Genya Dağı gök burcumuzda güneşten bir bahçe oluyor. Fakir Baykurt Efkâr Tepesinde çayını yudumlarken yazıyor, Vecihi Timuroğlu sırtını dayadığı Şaçinka Tepesinden Artvin Dağlarına bakıyor. Enver Karagöz, Çoruh gibi, gür ama sessiz. Belli belirsiz bu düşüncelerle bakıyorum Genya Dağına ve buradan yazıyorum. Fotoğrafa bakmak, fotoğrafı çeken gözün bakmayı bıraktığı yerden bakmaya başlamaktır. Fotoğrafta görünen bakış açılarının toplamıdır. Ama fotoğraf gitmez bir yere, çakılı durur duvarda asılı bir gerçeklikte. Değişen insandır, gelirler giderler. Genya Dağı’da böyle, üstünden günler, mevsimler geçer o yine ben buradayım der. Hiçbir vaadi de yoktur eteklerinde bir nüfus toplanmış bizlere. Eski bir anıyı hatırlar gibi ne Vecihi Timuroğlu vardır ne de Fakir Baykurt. Enver Karagöz memleketinden çok uzaktadır. Varsa eğer bir anlamı bu dağların, oda ekip biçen insanındandır. Sazı sözü çalıp oynayanındandır. Dedik ya kültür başlangıçtan itibaren oynanan bir oyundur. İnsan bu oyunda yoğrulan bir hamurdur. Başağı da biziz, unu da biz. Tazelenmiş bir yürekle çekip çevirmek zamanıdır toprağın. Bu sene de mevsiminde geldi İlk bahar. Çekilen acı, dökülen ter ve zeytin dallarına asılı kalan şafak boşa gitmedi! *
***
Kelimelerin fazlası cümle heves dedik de kelimelerin cümle hevesinden vazgeçmedik. Genya dağında bir tepe Cerattepe. Vecihi Timuroğlu’nun, 68’de, Saçinka tepesinden baktığı dağda bir oyuk Cerattepe. Efkâr Tepesi’nin de efkarı kalkmış, bir adı kalmış yalınız Fakir Baykurt’un. Bugün Artvin Cerattepe’ den Kazdağılarına, bir kanser hücresi ideolojisinde, büyüme uğruna büyümenin yarattığı çevre sorunlarıyla iç içeyiz. Erzincan İliç’te, Artvin Cerattepe’de, Hod vadisinde, Çanakkale Kazdağların’da, Uşak Kışladağ’ ında, Muğla Akbelen’de; sahillerin cetvel ölçeğinde dümdüz edildiği Ege’de, Akdeniz’de, Karadeniz’de dünden bugüne yaşam savunucuları, ardında bıraktığı tek şeyin yıkım olan yayılmacı ve yağmacı bu ideolojiye karşı hukuktan, insandan; sürgün versin diye yapraklar, yaşamdan yana mücadelelerini sürdürüyorlar. Bir kere daha gelsin diye mevsiminde ilkbahar.
***
“Ağır ağır ilerleyen akşamın ayak seslerini duyuyor gibiydim, derken bir ürperti hissettim. Sanki devran durmuş, haftalardan beri gölgelerinde dolaştığım o limon yeşili kayın ormanları karanlık sütunlar galerisini andıran ladin ormanları, o kıvrak dereleri süsleyen gök yeşil meşelikler, mor dağ güllerinin büründüğü yamaçlar, her şey, kâinat yok olmuş bir ben kalmışım…Sessiz karanlığa gözlerimi dikmiştim. Yürüyen, kımıldayan canlı bir şey görmek, bir ses duymak istiyordum” **
ERDAL DEMİR/ EYLÜL 2024
*Kemal YALÇIN/ BOŞUNA DEĞİL
**Hikmet BİRAND/ ALIÇ AĞACI İLE SOHBETLER
Üç buçuk yıla yayılan doğa gözlem ve deneyimlerinden oluşan “DİONİSOS ŞENLİKLERİNDEN HIDRELLEZ’E ANADOLU HALK TAKVİMİ DOĞA DEFTERLERİ” projem, bir Avrupa Birliği projesi olan cultureCIVIC; sanatsal üretim fonu desteği ile Artvin, Şavşat, Tepebaşı köyünde sürdürmekteyim. İki bölüm olarak yayımlanması planlanan DAĞDA ZAMAN: ANADOLU HALK TAKVİMİ yazım projem kapsamında ARTVİNDE HABER gazetesinde yayımlanmak üzere kaleme alınmış yazımın ikinci ve son bölümüdür.