Yıldırım, Ramazan’ın Allah’ın rahmetinin bolca dağıldığı günahların affedildiği ve cennet kapılarının açıldığı bir ay olduğuna dikkat çekti.
Artvin İl Vaizi Ali Yıldırım, Ramazan ayının manevi faziletlerine dikkat çekerek oruç ibadetinin sadece bedeni değil tüm azaları da koruyan bir kalkan olduğunu vurguladı. Ramazan'a ulaşmanın büyük bir nimmet olduğunu belirten Yıldırım, Efendimizin (s.a.v.) üç aylara girerken yaptığı dua ile Ramazan’a ulaşmayı dilediğini hatırlattı. Yıldırım, Peygamberimizin "Allah’ım, Recep ve Şaban aylarını mübarek kıl, bereketli eyle" duasının, müminlerin bu aylarda nafile ibadetler yaparak ve oruç tutarak daha fazla sevap kazanmaları için bir teşvik olduğunu ifade etti.
Yıldırım, Ramazan ayının Kur’an ayı olduğunu vurgulayarak bu ayın 11 ayın sultanı olarak nitelendirildiğini çünkü Kur’an-ı Kerim’in ilk vahyi Ramazan ayında aldığına dikkat çekti. Yıldırım, "Ramazan ayı öyle bir ay ki kim bu aya hürmet edip gündüzünü oruçla, gecesini ibadetle geçirir ve azalarını günahlardan muhafaza ederse, o kimse bu ayda affedilir" diyerek Ramazan orucunun, müminler için büyük bir af fırsatı sunduğunu belirtti.
Ali Yıldırım, oruç ibadetinin sadece Müslümanlar için değil önceki ümmetler için de farz kılındığını, Hristiyanlık ve Yahudilikte de benzer oruç uygulamalarının olduğunu söyledi. Özellikle, Peygamber Efendimizin (s.a.v.), Yahudilerin Aşura günü oruç tuttuğunu öğrendiğinde bu uygulamayı benimsediğini ve ümmetine de oruç tutmalarını emrettiğini ifade etti.
Yıldırım açıklamasının devamında şu ifadelere yer verdi; “Cenab-ı Hak Bakara Suresinin 183. Ayet-i celilesinde oruç ibadetinin bizden önceki ümmetlere de farz kılındığından bahsediyor. Yani oruç sadece ümmet-i Muhammed’e hâs bir ibadet şekli değil. Semavi dinler dediğimiz Hristiyanlık ve Yahudilikte de mevcut. Biz bu şekilde hem bizden öncekilere hem bize farz kılınan ibadetlere fıkıh literatüründe “Şer’u Men Kablenâ” diyoruz. Bu tarz oruç ve kurban gibi Kuran ve sünnette yer alan ibadetleri dinimiz neshetmeyip devam ettirdiği sürece biz de bu ibadetlerden mükellefiz. Örneğin oruç ibadeti Yahudilere nasıl farz kılınmıştı aynen bizim ki gibi miydi yoksa farklı mıydı bunu peygamberimizden öğreniyoruz. Buhari ve Müslim’de geçen bir hadis-i şerifte İbn-i Abbas’tan rivayeten “efendimiz Medine’ye geldiğinde Yahudilerin Aşura günü oruç tuttuğunu görünce o gün niçin oruç tuttuklarını sordu. Onlar da Allah bu gün Musa (as) ve İsrailoğullarını Firavun’dan kurtarmıştır ve Musa (as) bir şükür ifadesi olarak bugün oruç tutmuştur. Biz de o yüzden bu günde oruç tutarız dediler. Bunun üzerine peygamberimiz ben Musa’ya sizden daha yakınım diyerek o gün oruç tutmuş, ümmetine de tutmayı emretmiştir. Daha sonra Ramazan orucu farz kılınınca bu orucun farziyeti düşmüş ve müstehab olarak kalmıştır.” Buna dayanarak alimler Aşura gününde 1 gün oruç tutmak Yahudilere farzdır demişlerdir. (DİA, Aşura maddesi). Yine Hristiyanlıkta da daha çok perhiz görüntüsünde olan bazı yiyecekleri ve hayvansal gıdaları yememe şeklinde bir çeşit oruç ibadeti vardı. Bu belki ilk zamanlarında tam bir oruç görünümünde iken sonradan tahrif edilmiş de olabilir. İşte bu şekilde oruç ehl-i kitap dediğimiz önceki ümmetlerde de farz bir ibadet olarak yerini aldığı için rabbimiz şöyle buyurmuştur. “Ey iman edenler oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Ola ki o oruç sayesinde günahlardan, masiyetten sakınırsınız. Muttaki bir kul olursunuz.” Yani oruç ibadeti ayeti celilenin de ifadesiyle takvalı bir kul olmaya da vesile olmuş oluyor böylelikle. Bizden önceki Yahudiler 1 gün oruç tutuyorlardı. Peki bize ne kadar oruç tutmak farz kılındı “sayılı günler olarak” yani Ramazan hilalinin doğmasından Şevval hilalinin görülmesine kadar bu sayılı günlerde 1 ay oruç tutmak bize farz kılındı. “ama aranızda hasta olan veya yolculuk halinde olan varsa (90 km mesafe) onun, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutması gerekir.” Dolayısıyla Allahü Teala bu ibadeti farz bir ibadet kıldığı için bunun edası farz olduğu gibi o günlerde tutamayanlar için kazası da farz olmuş oluyor ve mutlaka sonradan tutulması gerekiyor. Ayetin devamında “oruca hiç güç yetiremeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir.” “Kim de gönülden bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazladan verirse) o kendisi için daha hayırlıdır.”
“Fidyelerin ve Oruç Kazasının Detayları”
Yıldırım, oruç tutamayacak durumda olanların fidye vermek zorunda olduklarına ve bu fidyenin sadaka-i fıtır miktarı kadar olduğunu açıkladı. Fidyenin, orucu tutamayan kişi tarafından yoksul birine verilmesi gerektiğini belirtti. Yıldırım, “Burada Fidye ile ilgili hükümlere yeri gelmişken değinecek olursak fidye lugatta bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak için ödenen bir bedeldir. Dini bir terim olarak ise; oruç ibadetinin eda edilememesi sebebiyle ödenen maddi bir bedeldir. Buna göre yaşlılık ve iyileşme ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan bir kimse daha sonra bu oruçları kaza etme imkanı bulamazsa her güne karşılık bir fidye verir. Bu fidyenin miktarı da sadaka-i fıtırın miktarı ile aynıdır. Mesela bu yıl başkanlığımız sadaka-i fıtrı 180 tl olarak açıkladı. Bu miktar tabi en asgari ölçüdür. Bu miktar aynı zamanda fidyenin de miktarı olmuş oluyor. Dolayısıyla fidye demek bir kimsenin sabah-akşam karnını doyuracak kadar bir meblağı bir fakire vermektir. Orucu tutamayan bir kimse halü hayatında iken bu meblağı usul ve füruu olmayan fakir Müslümanlara vermesi gerekir.
Yine bir kimse hanımına zekat, fitre ve fidyesini veremeyeceği gibi hanımı da kocasına veremez. Ama bunların dışında kardeş, teyze, dayı, amca, hala, gelin, damat, kayınpeder ve kayınvalideye zengin değillerse verilebilir. Eğer bu fidyeyi hayatta iken bizzat kendisi ödeyemezse vasiyet etmesi gerekir ve böylece mirasçılar terekesinin maximum 1/3 inden bu fidyeyi ödemek zorundadırlar. Eğer vasiyet etmeden ölmüşse ya da terekenin 1/3 i fidyeyi ödemeye yetmiyorsa mirasçıların teberru kabilinden bunu ödemeleri güzel olur. Yukarıdaki iki durumun (yaşlılık/ümitsiz hastalık) dışında kalan hallerde (yolculuk/hastalık/gebelik/emzirme/ meşakkat gibi sebeplerle tutulamamışsa) fidye verilmez. Bu kimselerin oruçlarını kaza etmesi gerekir. Şayet kaza edemeden ölmüşlerse mirasçıların bu kimseler için fidye vermesi caiz hatta mendup görülmüştür. Çünkü bunlar evvela mazeret sebebiyle tutamamışlar sonra da ihmal etmişler en sonunda ölüm gelip çatmış ve kaza imkanı ortadan kalkmıştır. Yaşlı ve iyileşmeyen hastalık için bulunan acziyet hali burada da var sayılmıştır” dedi.
Yıldırım, Ramazan ayını dolu dolu geçirmek gerektiğini belirterek oruç, teravih namazı, Kur’an okumak ve dua ile Allah’ın rızasını kazanmanın dünya ve içindeki her şeyden daha değerli olduğunu ifade etti. Müslümanların bu manevi bahar mevsimini en iyi şekilde değerlendirmeleri gerektiğini söyledi. Yıldırım, “Tekrar Ayet-i Celileye dönecek olursak özet olarak “orucun sayılı günlerden ibaret olduğunu ve eğer hasta ya da yolcu iseniz diğer günlerde tutabilme ruhsatınız olduğunu ve hiç tutamayacak durumda iseniz de bir yoksul doyumu fidye vermeniz gerektiğini” beyan ettikten sonra buyuruyor ki rabbimiz, “eğer bilirseniz oruç tutmak sizin için daha hayırlıdır,”. Yani evet fidye ile durumu kurtarma şansınız var ama tutmanız daha hayırlıdır. Bu bize ramazan ayındaki orucun çok faziletli ve hudutsuz sevap içerdiğini gösteriyor. Çünkü efendimiz bir hadis-i şeriflerinde “kim inanarak ve sevabını sadece Allah’tan umarak Ramazan orucunu tutarsa geçmiş tüm günahları bağışlanır” buyuruyor. Yani nasıl ki kul işlediği günahlardan pişman olup tövbe edince kalbine konulan siyah noktalar temizleniyorsa, kalbi cilalanıyorsa aynısı ramazan orucunda da geçerli ve ramazan orucu geçmişe bir sünger çekiyor, adeta hayatımızda ilk oruç ile beraber yepyeni bir sayfa açıyor. Zaten alimlerimiz bu aya “remz” kökünden gelen (Remz: yanmak demek) Ramazan diye isim verilmesini bu ayda günahların yakılmasına bağlamışlardır. Yine Peygamber efendimiz Allah’ın salih amellere verdiği sevap ve mükafatı ifade ederken “Allah kulun işlemiş olduğu salih amel için 10 mislinden 700 misline kadar sevap ihsan eder” buyuruyor ama Ramazan orucu hakkında Buhari’de geçen hadis-i şerifte ise “oruç kalkandır, diye başlıyor, biri siz oruçluyken size kötü söz söylerse ben oruçluyum deyin, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir, o kulum benim rızama nail olmak için yemeyi içmeyi ve şehvetini terk eder” buyurduktan sonra “oruç doğrudan doğruya benim için yapılan bir ibadettir” “o yüzden onun ecrini de doğrudan doğruya ben veririm”. Yani herhangi bir salih amel için on misliyle sevap verirken oruca hududunu takdir etmediğim bir sevap veririm buyuruyor.
İşte sevabı hudutsuz olan bu ibadetin hiç mazeret yokken terk edilmesi ve Allah’ın emrinin çiğnenmesi ise büyük günah olup kazasıyla birlikte tövbe etmek de gerekir. Efendimiz farz olan Ramazan orucunun yerine diğer vakitlerde tutulan orucun geçemeyeceğini şöyle beyan ediyor. “kim ramazan ayında Allah’ın tanıdığı bir ruhsat olmaksızın mazeretsiz yere 1 gün oruç tutmasa ömrünün tamamını kaza orucu tutarak geçirse yine de o 1 günü hakkıyla kaza etmiş olamaz.” (ebu davud-2396). Yine bu ayda sadece midemize değil tüm azalarımıza oruç tutturmamız icap ediyor. Yukarıda efendimiz ne söylemişti “oruçlu kendisine kötü söz söyleyene karşı bile ağzını kirletmez ben oruçluyum der.” Özellikle gıybet, yalan, dedikodu gibi insanların amellerinin sevabını yiyip tüketen fiillerden uzak durması gerekir. Zira efendimiz “oruçlu bir kimse yalan söylemeyi, yalanla iş yapmayı ve cehaleti terk etmezse Allah’ın onun yemeyi, içmeyi terk etmesine ihtiyacı yoktur.” (Buharı, savm, 8) buyurur.
Bizler bu günlerde şeytanların da zincirine vurulmasını fırsat bilerek rabbimize daha çok yönelmeli, ona kullukta daha çok rağbet etmeliyiz. Efendimiz bu ay hakkında “size mübarek Ramazan ayı geldi. Bu ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır.” (Nesai, sıyam, 5) buyuruyor. Müslümanın amansız iki düşmanından biri direkt saf dışı kalıyor bu ay hürmetine, işte bu bizim için bir fırsattır. Bunu tekrar yakalayabilmek için 12 ay daha beklememiz gerekecek. O yüzden bu fırsatı ganimet bilmek gerekir. Manevi baharımız dediğimiz 3 ayların bu son bölümünü daha dolu ve daha fazla ibadetle ihya etmemiz gerekir. Oruçla, teravihlerle, okunan mukabele ve hatimlerle Allah’ın küçücük bir rızasını yakalayabilirsek bu dünya ve içindeki her şeyden daha büyüktür” ifadelerine yer verdi.
“Bedenimize Sıhhat, Gönlümüze Sekinet Bir İbadet: Oruç”
Artvin İl Vaizi Ali Yıldırım, Ramazan ayının gelmesiyle birlikte oruç ibadetinin faziletleri ve önemine dair önemli açıklamalarda bulundu.
Bunlar da ilginizi çekebilir